Cinsiyet eşitsizliği; keskin hatlar ile ayrılmış ikili cinsiyet sistemine ve bu cinsiyetlere göre atanan toplumsal cinsiyet rollerine dayanan, bireylerin cinsiyetleri sebebi ile eşit olmayan tutum, davranış ve algılara maruz bırakılması olarak tanımlanabilir. Cinsiyet eşitsizliği sosyolojik bir kavram olmakla birlikte hayatın her yerine yayılmış ve her boyutu ile ciddiye alınması gereken bir olgudur. Toplumsal cinsiyet eşitsizliği, kişinin yaşam hakkına tehdit olabilecek kadar ciddi sonuçlara yol açabilir. Ayrıca sağlık, eğitim, iş yaşamına katılımda eşitsizlik, gelir dengesizliği ve toplumsal baskı oluşturarak baskın cinsiyet dışındaki grupları yok sayma gibi pek çok soruna neden olmaktadır. Sağlık açısından büyük riskler taşıyan kadın sünnetinin dünyada 125 Milyon kadına uygulanmış olması, okuma-yazma bilmeyen 900 milyon insanın ⅔’sinin kadın olması, tüm dünyada istihdamın %40’ını kadınların oluşturmalarına rağmen çalışan yoksulların %60’ının yine kadınlar olması, parlamenter sisteme sahip tüm ülkelerde kadın temsilcilerin yalnızca parlamentonun %17.4 ünü oluşturması, dünyada 70 ülkede eşcinsel ilişkinin yasak olması ve bazı ülkelerde ölüm ile cezalandırılması, eşcinsellere ‘onarım tedavisi’ adı altında kişileri intihar, sosyal tecrit ve depresyona sürükleyen uygulamaların olması toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin etkilerini anlamlandırmak için yol gösterici örnekler olacaktır (Bal, 2014).
Bu bağlamda düşünecek olursak çocuklar daha doğmadan onlara biçilen kalıplar temelinde yaşanan eşitsizlikler, çocukluktan öğrenilerek zamanla kabullenişi beraberinde getiriyor ve ölüme kadar varlığını sürdürüyor. Çoğu insanın farkında olmadığı ya da masum bulduğu pembe ve mavi ayrımını düşünelim. Mavi doğadaki en heybetli, en özgürlük dolu, hayatı dolduran gökyüzünün, denizlerin ve okyanusların rengi iken pembe daha az ömürlü kırların bir köşesinde yetişen ve sadece denk gelinirse görülen narin çiçeklerin rengidir (Atay, 2012). Toplumsal cinsiyet rollerini ve rollere dayalı eşitsizliği, dünyaya gelecek olan bireylerin yaşam çerçevesinin daha doğmadan çizilmesi gibi düşünürsek aslında kişilerin doğumdan önce kısıtlanan özgürlükleri, hayat boyu fırsatları değerlendirmelerinin önüne geçecektir.
Peki cinsiyet eşitsizliğinin önlenmesi adına neler yapılmalı? Öncelikli olarak Sokrates’in dediği gibi her şeye kendimizden, bireyden başlamalıyız. Günlük hayattaki söylem ve davranışlardaki değişiklikler farkındalıklarımızı hayatımıza yansıtacaktır. Toplumun bireyden sonra ikinci aşamada bulunan yapısı olan ailelerin unutmaması gereken toplumsal cinsiyet ve eşitliğin çocukluktan itibaren öğrenilebilir olduğu gerçeğidir. Ailede cinsiyet eşitliği temelinde kapsayıcı ortamlar ve öğretiler oluşturulması çocukların zihinlerinde oluşturulan ve yetişkinlik hayatına yansıyacak olan düşünce, duygu ve davranışları etkileyecektir. Ayrıca eğitim sistemlerinde okul öncesi dönemden başlayarak cinsiyet eşitliği eğitimi vermek önemli bir adım olacaktır. Yerel yönetimler ve toplum önderleri ile cinsiyet eşitliğine yönelik farkındalık çalışmaları ve uygulamalarının var olması önemli bir etkiye sahiptir. Ulusal düzeyde yapılacak düzenlemeler ve uluslararası sözleşmeler ile taraf olan ülkelerin sağlıklı uygulamalarda gerekli özeni göstermesi ve takibi her türlü ayrımcılığın ve şiddetin önüne geçilmesi açısından büyük katkı sağlayacaktır.
Sonuç olarak herkesin eşitlikçi bir yaklaşıma sahip olması için toplumun en küçük biriminden tamamına kadar herkese görev düşmektedir. Bir Mısır atasözü şöyle der: ‘Zaman her şeyi yener, piramitler hariç.’ Toplumdaki kum taşlarını bireyler ve kum taşından piramitleri ise toplum varsayarsak piramidi yapmak için eşit ve sağlam taşlara ihtiyacımız olduğunu unutmamalıyız. Şüphesiz ki sağlam ve eşit taşlardan inşa edilmeyen piramitler zamana meydan okumak yerine çökerler.
Hazırlayanlar:
Ankara Gençlik Merkezi Psikoloğu Sevinç Sürmeli
Kaynakça:
DergiPark
Bianet
Uluslararası Af Örgütü